Şu sıralar bütün şirketler değişim yönetiminden bahsediyor...
Değişiklikten başka hiç bir şey
devamlı değildir.
Herakleitos
Tıpkı bir zamanlar herkesin küçülmeden, iş süreçlerinin iyileştirilmesinden (bpr-business proces reengineering), toplam kaliteden, kalite çemberlerinden, ve hatta ISO 14000'lerden bahsettiği gibi. Fakat siz bunların hangisinde göz kamaştıran başarılara ulaşıldığına tanık oldunuz? (Unutmayınız, herşey aslında teorik olarak, ta Taylor zamanında başladı, Deming, Juran zamanlarından günümüze kadar uzandı.) Şimdi de herkes değişimi istiyor. Sorarsanız istemeyen yok. Ama ben değişmek istemiyorum(!).
-Değişim şirketlerin yaşam manevralarından birisidir. Haklısınız, önceki çalışmalarımızda bazı taktik hatalar oldu. Örneğin şirketler grubumuz, toplam kalite çalışmalarına bütün şirketlerinde aynı anda başladı ve başarısız oldu. Şimdi bu çalışmalara tekrar başlıyoruz. Bu sefer işe pilot şirketimizden başlayıp, kıyaslama metodunu da kullanarak, diğer şirketlerimizle arkadan ilerleyeceğiz. Hatalarımızı düzelteceğiz. Belki bunlar proje bazında çalışmalar olacak. Ama değişimi proje bazlı, gelip geçici bir süreç olarak değil, yaşam döngüsü (life-cycle) içeren bir olgu olarak görüyoruz. Kısacası bazı projelerde başarısız olduğumuz için, yenilerini uygulamaktan vazgeçmemiz söz konusu bile olamaz.
-Ben biraz daha farklı konuşacağım. Şirketlerde değişim için, sürekli olarak hedefler ortaya konuluyor. Proje grupları kuruluyor. En yeni mezunlar, en iyi okullardan mezunlar, en kalifiye, en genç elemanlar, en yüksek motivasyonlarla iş başına koşuluyorlar. Günler ve geceler boyu, haftalarca ve aylarca çalışıp, bu projeleri sonuçlandırıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Şahikaya varan hırslı (ama henüz kaybedilmemiş) işadamları gibi, bir müddet sonra gökdelenin kenarına gelip, aşağıya bakarak düşünmeye başlıyorlar. Yaptım da ne oldu?
-Bu soruyu sormaları bile, onları bu işe yönlendirenlerdeki bir eksikliği gündeme getiriyor bence. Yani hep sonuca odaklıyorsunuz. Neden bu sonucu istediğinizi açıklamıyorsunuz. Ya da yeterli bir şekilde açıklamıyorsunuz, ya da arada bir geriye dönüp, onlara tüm bu yapılanların nedenlerini tekrardan anımsatmıyorsunuz. Tipik bir pragmatist üretim ve "yaptım, oldu bitti" mantığı!
-Tekrar söylüyorum. Bana değiş diyorsunuz. Ben buraya dişimle, tırnağımla geldim. Uzun yıllar okudum, çalıştım. Doğru olduğuna inandığım şeyleri yaptım ve karşılığını da çoğu zaman aldım. Niye değişeyim? Hem düz mantık gidersem, değişmek istemem demek, birşeylerin yolunda gitmediğini, yaptıklarımda bir hata olduğunu kabul etmem demektir. Ben değişmek istemiyorum(!). Siz asıl değişmeyenleri değiştirin.
-O zaman soruyu tekrar soralım: Neden değişim? Neyi değiştirim?
-Bu açıklamayı çoğu kimse yaptı, bir de ben yapayım. Şimdi size bir fıkra anlatacağım. Diyelim ki anlatacağım bu fıkraya bazılarınız katıla katıla gülecek. Aradan bir yarım saat geçsin. Hala biz bizeyiz. Şimdi aynı fıkrayı tekrar anlatacağım. Demin katıla katıla gülen sizler, artık gülmüyorsunuz. Belki sadece tebessüm ediyorsunuz. Neden? Çünkü siz değiştiniz. Yani? Mekanizmanız (genleriniz) öylesine ayarlanmış ki, hep değişiyorsunuz. Değişim, isteseniz de istemeseniz de bünyenizde var. Unutmuyoruz tabi, kazandığınız statükoları korumak için değişime direnmek te bünyenizde var. (Yaşamak için ne yapmanız gerekiyorsa onu yapıyorsunuz. Değişmekse değişmek, değişmemekse değişmemek!) Değişmeyen tek gerçek ise, bütün bunları yaparken, farkında olmadan değiştiğinizdir. Çünkü aynı fıkrayı üçüncü dinleyişinizde artık hiç gülmüyorsunuz.
-Dediğiniz gibi bu açıklamayı farklı şekillerde, herkes yaptı. Ama Pavlov'un köpeği misali, değişmek zorunda olduğum için değişmek, bir insan olarak beni yadırgatıyor. Açıkçası onuruma da dokunuyor. Herşey bu kadar basit olmamalı. Değişim dediğiniz şeyin başka bir gerekçesi olmalı.
-O zaman, konuyu da fazla dağıtmadan değişimi ölçeklemeyi teklif ediyorum ben. Kişisel düzeyde ve şirket düzeyinde değişim. Kişisel düzeydekilere verdiğiniz yanıtları gördük sayılır. Peki şirket düzeyindeki değişime nasıl yanıt vereceksiniz? Soruyorum: Şirket kendini inceliyor. Satışım iyi, üretimim de iyi, amaçlarımla paralel olarak yakın veya uzak gelecekte de bir sorun göremiyorum, o halde niye değişeyim?
-Ben sorunuza bir alıntıyla yanıt vermek istiyorum. "...üç tür şirket değişim mühendisliğine başvurur. Birincisi, başı ciddi boyutlarda belada olan şirketler. Çaresizdirler; duvara çarpmış, yaralanıp yere düşmüşlerdir. İkincisi başı henüz derde girmemiş olan şirketler. Yüksek hızda yol almaktadırlar, ama farları hızla onlara yaklaşan bir şeyi aydınlatır. Bu bir duvar mıdır acaba? Üçüncü tip şirketler dorukta olanlar. Güneşli bir günde arabayla gezintiye çıkmışlardır, görünürde hiç bir engel yoktur. Ve şöyle düşünürler: "Durup diğerlerinin çarpacağı bir duvar yapmak için ne kadar uygun bir zaman!"(1)
-Doğrusu biraz dikkatli düşünürsek ve deneyimlerimizi de dinlersek, devasa organizmalar olan şirketlerin, belli bir iç düzen sağlandıktan sonra sık sık değişmek istemeleri pek mantıklı sayılmaz. Peki nereye kadar sürecek bu değişim istekleri?
-Sorunuzun yanıtı mevcut trendleri incelemekten geçiyor. Değişim trendi zamanla her sektörde büyük hız kazandı. Örneğin, eskiden üç yıllık periyodlarda model yenileyen otomotiv sektörü, şimdi yıllık periyodlara indi. Bilişim teknolojisi ise kazandığı yüksek ivmeyi yavaşlatma çabasında, ama hala bir ila üç aylık periyodlarda büyük bir hızla değişiyor. Öte yandan stratejiler değişiyor. Dönemlere, coğrafyaya, toplumsal sınıflara ve hatta iklimlere (burada Montesquieu'nün iklimlere göre siyasi yönetim teorilerini anımsamanızı istiyorum!) göre değişiyor. Aynı marka deterjanın Almanya'da, Türkiye'de ve Hindistan'da birbirinden çok farklı pazarlama stratejileri var, ve bunlar da sürekli değişiyor. Yönetim stratejileri değişiyor. Önceleri büyüme, sonraları küçülme, daha sonra ise birleşme-satınalma modelleri gelişiyor. Kriz dönemlerinde büyüklerin küçükleri satınalması, en büyüklerin ardarda birleşmeleri hiç bir zaman günümüzdeki kadar yoğun olmamıştı. Üretim stratejileri değişiyor. Uzun yıllardan beri JIT(just in time) modeliyle çalışan Japon üretici, tek bir yan sanayicisinde çıkan yangın sonucu üretimi aksayınca, modelini sorgulamaya başlıyor, değişmeye çalışıyor.
-Kısacası daralan nehir yatağı, sürekli değişen iklimler, şirketlerin eskiden de var olan değişim sürecini sadece hızlandırdı, o kadar. Bunu mu demek istiyorsunuz? Ama ben bu ölçekleme sonucu, bu kadar global bakmayı da kabul etmiyorum. Değişim nedir? Şirketin bütün (verimli olmayan) proseslerinin değiştirilmesinden, üç kişinin kullandığı bir bilgisayar programının değiştirilmesine kadar her şey, aslında kavramsal olarak değişim değil midir? Üç kişinin işi değişirse değişim olmuyor da, yüz kişinin işi değişirse mi değişim oluyor?
-Ya da şöyle soralım. Şirketiniz en basit bir mrp paketini kullanırken, sıradaki mrp-II'yi atlayıp (entegre bir sistem içerisinde, satınalma depocusunun bile ön muhasebe bilgisine vakıf olması gereken) erp sistemine nasıl geçecek? Değişelim demekle olacak mı bu iş? Öncesinde yaşanması gereken süreçleri nasıl görmezsiniz?
-Çok haklısınız. Sonuçta değişim dediğimiz şey, basamakların üçer beşer değil, teker teker çıkılması, yapılan işin hazmedilmesi, bireysel değişimin kurumlaşmasıdır. Bu da zaman ister. Fakat bir de şöyle düşünün. Uygarlık bu hızla giderse, değişim ileride çok daha hızlı olmak zorunda. Şirketler bu (potansiyel) değişimlere hazırlıksız yakalanmak istemiyorlar. Sürekli olarak değişelim demekle, belki de ileride kaçınılmaz olarak gelecek olan (gerçek) değişimlerin moral hazırlığı yapılıyor olamaz mı? Tüm bu çalışmaları, değişimin taban desteğini alma aşamasındaki zorlukları minimize etme çabaları, yani bir tür lobi olarak değerlendiremez misiniz?
-Şirket ölçeğinde değişimin gerekliliği (veya kaçınılmazlığı) belki trendlerle açıklanabiliyor. Oysa biraz önce söylenenler benim değişime neden uymam gerektiği sorusuna değil, sadece neden değişim sorusuna bir yanıt olabilir belki.
-O zaman neden değişime uymak zorundasınıza, bir yanıt daha verelim. Bu daha agresif bir yanıt olsun. Değişeceksiniz, çünkü değişimi şirketiniz istiyor. Gönüllü ya da gönülsüz, buna uymak zorundasınız. Uyarsanız sorun çıkmaz, uymazsanız, foyanız da açığa çıkarsa, sorunları kapıda bilin. Eğer bu işte kalmak, bu işte yükselmek istiyorsanız değişime uyacaksınız. Sony'nin kurucularından Akio Morita'nın işe yeni girenlere dediği gibi, "Sizi biz seçmedik. Burası ordu değil. Bu da sizin isteyerek Sony'yi seçtiğiniz anlamına geliyor. Bu sizin sorumluluğunuz. Bu şans size bir kez veriliyor." (2)
-Neden değişim, neden toplam kalite, neden verimlilik, neden çevreye saygı vs.vs. Belki tipik bir avrupalı, bu soruların yanıtını rahatlıkla verebilir. Ama enflasyonun %100'leri bulduğu, trafik canavarlarının Darwin'in doğal seleksiyon teorisini gönüllü olarak gerçekleştirdiği, tarihe geçecek şofben zehirlenmelerinin rekora vardığı, doğusu ile batısı arasında "Grand Canyon" misali uçurumların bulunduğu ülkemizde, kişisel olarak bırakın değişimin, toplam kalitenin, verimliliğin gerekçelerini vermek zordur bence.
-Bu kadar umutsuz olmayın. Yüzyılın başındaki endüstri devriminin zor koşullarında yaşayanları, ikinci dünya savaşı sonrası yıkılmış ülkeleri anımsayın. Herkes bir yerden başladı. Bir umut mu acaba diyorum? Yaşamı değiştirmeye başlamak, belli standartlar, belli kurallar, belli disiplinler çerçevesinde yaşamaya başlamanın bir yolu mudur acaba şirketlerdeki değişim, toplam kalite, verimlilik çalışmaları. Bir yazımda şöyle demiştim: "şirketlerde toplam kaliteyi başarmadan önce, onu insanların günlük yaşamlarında gerçekleştirmeleri gerekir". Şimdi tam tersine desem mi acaba: "gününün 8-10 saatini şirketinde geçiren birisi için günlük yaşamında kaliteye ulaşmanın yolu, şirketindeki toplam kalite çalışmasıdır." Cümleden toplam kalite deyişini çıkarın, değişimi koyun, değişimi çıkarın verimliliği koyun. Sonuç hiç değişmeyecek.
-Bu arada şunu da unutmayalım. Değişimi görünürde herkes istiyor ama değişime (görünürde olmayan) direnenler var. Teorik olarak olması da gerekiyor. Değişimi istiyorum deyip te istemeyenler kimler peki? Orta yaşın üzerindekiler mi, yoksa şirketteki en eski elemanlar mı, yoksa değişince bazı şeyleri kaybedecek olanlar mı? Belki bunların çoğu sevdiğimiz, saydığımız insanlar. Şirket içinde güçlü insanlar. Şunu demeye getiriyorum: değişim yoluna çıkmadan önce, gidilecek yolun üzerindeki gizli engelleri ortaya çıkarmak gerekmez mi?
-Bu kısa sohbeti burada noktalamamız ve naçizane de olsa bir sonuca varmamız gerekiyor (çünkü artık konuşmayı bırakıp, yapmamız gereken işlere dönmeliyiz). Aykırı fikirleri bir araya getirmeye çalıştık. Değişim eskiden de vardı, şimdi de var, gelecekte olacak. Değişen değişimin varlığı değil, hızı sadece. Hal böyle olunca, Sayın Ulaş Bıçakçı'nın dediği gibi (3) değişimi son zamanların olgusu gibi gösterip umacı haline getirmemek gerekir. Tanımlamalarımızı, hedef ve gerekçelerimizi iyi açıklamak (hem şirket, hem de birey ölçeğinde), arada sırada geriye dönüp onları anımsamak zorundayız. Ve hatta hatta Sayın Ege Cansen'in de toplam kaliteye, "toplumsal kalite" (4) dediği gibi, belki biz de kuru kuruya değişim değil, gelişim diyebiliriz. Ve değişimin (gelişimin), aslında ilerideki büyük değişimlere hazırlıklı olmak için gerekli olduğunu bilmek zorundayız. Değişimin (gelişimin), değişmeyenlere (gelişmeyenlere) karşı olduğunu söylemek zorundayız. Tüm genelgeçer önerilerin ve reçetelerin yanısıra, bize özgü olanlarını da bulmak zorundayız. Düşünmek zorundayız. Neden değişmek (isterseniz buna değişmemek te diyebilirsiniz) zorunda olduğumuzu bilmek zorundayız.
Yararlanılan kaynaklar:
1."Değişim mühendisliği", Michael Hammer-James Champy, Sabah Kitapları-İkinci baskı, arka kapak yazısı
2.BT/Haber gazetesi, M.Sinan Oymacı, Sayı 166
3."Executive Excellence" dergisi, Ulaş Bıçakçı, Sayı 9
4. Hürriyet gazetesi, "Oyunun Kuralı" köşesi, Ege Cansen, 9 Mayıs 1998
Memet Özkan
Yazarın notu: Bu yazı, BT-Haber gazetesinin 1998 yılı 174. sayısında yayınlanmıştır. 1990'lı yıllarda trend olarak yaşanan ancak uygulama hatası nedeniyle salt tepeden inmeci bir tutum sergileyerek karşılaşanları üşüten "değişim rüzgarlarında" bizzat yaşamış birisi olarak, 2001 yılındaki durumunu kıyaslama imkanı sunduğu için tekrar yayınlanmasında yarar görüyorum.